29 Ağustos 2012 Çarşamba

Nesquick'li Kek Tarifi, Okurlara Sürpriz ;)

Sıvayın kolları! Kek yapıyoruz... 

Malzemelerimiz.. 



Öncelikle Yumurtanın sarısıyla beyazını ayırıyoruz. Yumurta beyazına şekerimizi ilave ediyoruz. 




Sonra bir güzel çırpıyoruz. Görüntü köpük gibi olana kadar (10dk civarında) çırpmaya devam ediyoruz. 

PÜF NOKTA : Kek yapımında Şekerin eritilmesi önemlidir. Şeker ne kadar erirse ve malzemelerle birleşirse kekiniz de o kadar pufuduk olur (içinizden k*çımın kenarı bi de püf noktalara değinmez mi diyenleri kınıyor daha iyisi için hodrimeydan diyorum ;)) 




Köpük haline gelen yumurta beyazı ve şeker karışımına, yumurtanın sarısını, zeytinyağımızı (sızma zeytinyağı değil, kokusuz Riviera kullanıyoruz. Ekiz marka tabiki ;)), yoğurdumuzu ekliyoruz, çırpmaya devam ediyoruz. 



Sıvı karışımının içine Unumuzu, hamur kabartma tozumuzu ve şekerli vanilini ekliyoruz. 


Unu kek karışımına iyice yedirdikten sonra, kek karışımımızın yarısını kalıbımıza döküyoruz. 


Geri kalan karışımın içine birazcık kakao, bolca (ben iki minik paket koydum) Nesquick ekliyoruz. Nesquick kakao'nun aksine kekinize hem muhteşem bir koku hem de tat verir. İstediğiniz kadar koyun. Kakao gibi ağır da gelmez. Sadece renk verme konusunda kakao kadar başarılı olmadığı için ben biraz da, tadını ağırlaştırmayacak kadar (bir çay kaşığından biraz fazla), kakao koyuyorum. 


Kakaolu, Nesquick'li karışımı sade karışımımızın üstüne döküyoruz. 


Son olarak kek karışımının üstüne fındıklarımızı atıp, kekimizi 180dereceki fırında 15 -20 dakika pişiriyoruz. 



İşte karşınızda kolay olduğu kadar lezzetli Nesquick'li Kekiniizzz :)) 


Tarifimizin sonunda bu blog ne yahu, bir tutarsızlık var diyenlere hemen cevap verelim. Bu blog öyle siz gözlerinizi patlata patlata bişeyler okuyun diye değil, birazcık eğlenin diye... Tamam daha çok ben eğleniyim diye açıldı. Huysuz huysuz hala kek tarifi ne de eğlenceli oldu sorma valla diyenlere de hemen cevap; bu tarif 50. takipçiye gidecek Kek'in tarifiiiii :) Geçenlerde Menecerimle düşünüyoruz. Yahu okuyucuyu hoş tutmak, mutlu etmek, biraz sürpriz yapmak lazım diye.. Ne yapsak ne yapsak derken.... Tüm sevdiklerime yapmayı en çok sevdiğim şeyi yapalım dedik :) 

Sayın 50. takipçi ( takipçi de ne demekse) gördüğün gibi keklerimiz hijyenik ortamda yapılmaktadır. Kullandığımız yağ vücutta kolayca eriyebilen zeytinyağıdır (Ekiz marka kullanıyoruz, başka markaları sakın almıyoruz). Her şey sizin için diyor sabırsızlıkla 50.ci okuyucuyu bekliyoruz :) Üye olur olmaz hemencik kekini yapıp adresine kargolayacağım...

Yaşattığınız her şey için teşekkürler... ;)


17 Ağustos 2012 Cuma

Bugün o günlerden..

Bu bloğu aslında heyecanla yaşadıklarımı, yaptıklarımı, duygularımı paylaşmak için açtım. Blogla gelen sorumluluk artık çok güzel dediğim yerleri gösterip, aa nasıl yaptın dediklerini anlatıp, konuşturmadıkları zamanlarda da burada atıp tutmaktı. Hedefim her yazının sonunda sizin ve benim yüzümde oluşacak tebessümdü.. Bugün ayrı bir gün. Aylar önceki bir gün gibi. Yıllar önceki gibi.. Çok genç yaşta sönen hayatların verdiği acının doldurduğu diğer günler gibi.  

Bana ölümün yanı başımızda olduğunu önce Çağlar öğretti.. O garip bir şekilde hep güvenebileceğiniz, yolda yürürken koluna girip dertleşebileceğiniz, canı sıkkınsa masanıza geldiğinde “hadi anlat” diyeceğiniz nadir insanlardandı. Ayrıca kimseyi üzmeyecek bir kalbi ve çok güzel bir de sesi vardı.. Grubu.. Hayalleri.. Amaçları vardı.. Uzun zamandır hiç haberini bile almadığım, msjlaşmadığım, aramadığım Çağlar’ın ölümüne yıkıldığımı saatlerce ağladığımı unutamıyorum.. Hala da inanamıyorum. Onun ölümünden sonra ilk kez yarın gideceğim Akçakoca’ya.. Deniz’le bir olup onun şarkısını söyleriz.. Bu sefer o dinler belki..




O gitti. Belki de hiçbir şarkıyla anlatamayacağı bir şeyi anlattı hepimize.. Giderken hayatın ne getireceği belli değil.. yaşa Buket.. yaşayabildiğin sürece yaşa.. diye fısıldadı benim kulağıma. Sonra herkesin bir parçası oldu ve gitti.. 

Bugün iş yerimizden bir arkadaşımızın sevgilisi vefat etti. Bu arkadaşla sürekli itişe kakışa anlaşsak da sevgilisini ne kadar sevdiğini, onun için hediye alırken bile ne işkenceler çektiğini bilmem bu haberin beni yıkmasına yetti. Geçen aylarda kız arkadaşını istemeye gitmişlerdi, kısaca kutlamıştım ben de. Bayramda da nişanları varmış. Tam 4 gün sonra… Hayat diyorum ama boğazıma oturuyor bir şeyler, onların acısını hissetmeden edemiyorum. 4 gün sonra nişanlanacağı insanı kaybetti.. 4 gün sonra nişanlanacakken bir anda her şey bitti…

Üzüyor muyum sizi? Ne olur üzülmeyin, amacım bu değil... Hep beraber ders alalım bu yaşananlardan istiyorum.. Kendi kendimize “bekleme” diyelim. Mutlu edecek yerlerde, insanlarla olalım. Eğer mutluysak saçma sapan şeylere kafamızı takıp üzülmeyelim. Mutluyum diye bağıralım, herkes bilsin ki biz giderken "o mutlu yaşadı" diyebilsinler arkada bıraktıklarımız ve ölümümüze üzülmek yerine, yaşadığımız hayatı kutlayabilsinler... Aslında söyleyecek o kadar çok şeyim var ki... Ama boğazımda bir şey, daha fazla konuşturmuyor.. 


9 Ağustos 2012 Perşembe

"Ben büyüyünce.."

Küçükken diğer kız çocukları kadar bebeklere ilgim yokmuş. Evet severmişim bebeğim olmasını ama genelde elbisesini değiştirmek için ya da kendi kendime yarattığım hikayelerimde oynayacak karakterlerim olmasını istediğim için.. Onlarla yarattığım hayatlar yeterli gelmeyince hemen kalemime kağıdıma sarılırmışım. Daha ilkokula bile gitmezken duygularımı kalem kağıda dökermişim. Tabi ki kendi tarzımla ;) Sürekli beni kısıtladığını düşündüğüm anneme bol bol kızıp, resimlerimde onu cadı gibi yapıp bir de gelen misafirlere annemin resmini yaptım diye gösterirmişim. Gelen misafir bendeki artniyeti çözemeyip, ay pek hoş olmuş onlar ne saç mı tepkisi verirken annem aslında Medusa'dan beter gözükürmüş resimlerimde. Bir kez de anneme tutturmuştum, "komşumuzda izlediğim filmleri çizdim, sergi yapalım" orda diye. Annem de ne çizmiş olabilir ki ufacık çocuk diyip resimlerin hiç birini görmeden komşumuzdan izin alıp evlerinin bir odasını bana ayarlamış. Ben resimleri itina ile etrafa koyup herkesi neşeli neşeli çağırmışım sergime.. İçeri girdiğinde çiçek böcek, araba ev görmeyi planlayan komşularımız resimlerimi görünce şok olmuşlar! Resimlerde herkes cıbıl cıbılmış :)) Komşu dediğim dedemiz, 70 yaşında... Ne zaman gitsek adam güya başımda olurmuş ama genelde uyuklarmış tv karşısında. Annem de benim kağıdım kalemim elimdeyken uzun süre başka bir şeye ihtiyacım olmadığını bildiği için rahatsız etmezmiş bizi.. Annem içeride, dedemiz başımızda uyuklarken TV'de hep Banu Alkan filmleri açık olurmuş, ben de onları normal sayıp hepsini bir güzel resmetmişim meğerse :) Annem resimleri gördüğünde komşulara ne diyeceğini bilememiş ama bizim 70 yaşındaki dedemiz mest olmuş resimlerde ki insanlara.. Sonra bana büyüyünce ne olacaksın demiş.. Ben de o yaşta ressam demişim.. Sonra neler olmak istemedim ki.. Ama düşünüyorum da hepsinde bu aralar çok ihmal ettiğim kağıdım kalemim vardı..

O zamanlar sergi mergi için cesaret de vardı. Hoş ne için yoktu ki.. Bir kaç kez bavulumu (annemin plaj çantasını) toparlayıp, içine elma, ekmek, bıçak (malum dışarısı tehlikelerle dolu, bi de filmlerdeki gibi elmayı kesip kesip yicez, artistim ya;)) koyup apartman kapısına kadar indiğimi öyle iyi hatırlıyorum ki..  Dışarıda biraz oturup, sonra yukarıdan gizli gizli beni gözetleyen anneme kıyamaz yukarı çıkardım.. "Ama bi daha yapma anne, bana karışma" diye diye hem de..

Şimdi uzuun zamandır dokunmadığım defterime bir bakıyım dedim.. Güya arkadaşlarımın profil resimlerini çizip internete koyucaktım.. Bu proje herkesin aynı tip resim koymasıyla yarım kalmıştı.. Son 8 yıldır çizdiğim resimlerden en çok  beğendiklerimi tüm cesaretimi toplayıp size sunmak istiyorum.. Bakarsınız bir gün çantamı toparlayacak kadar cesaretim bile olur ;)
 Babamla başlayalım.. Hayatımın en önemli erkeğiyle.. 


Öyle uzaktaan uzaktaann.. ;) 


 Kurt Cobain



Zıttım, ama bir o kadar da aynım ;) 





(İncir Reçeli en sevdiğim fotoğrafı.. ;)) 


Çocuk dediğin ;) 





 Giderken "kal" için.. 

Red Riding Hood..

 Bir gün çok ünlü bir sarkıcı olacağına inandığım..


 Kaçma, uzaklaşma arzusu hep varmış bende, hep.. 



 2005'de aşk vardı ne de olsa... Yok yok o zaman aşık olabilecek bir kalp vardı, gözler kördü.. 

 Hep balerin olmak istemiştim.. Bu özgür ruha rağmen hem de.. 

 Bir gün yabancının biri en çok ihtiyacım olduğu anda, hiç karşılık beklemeden yardımcı olacak, belki yağmurdan bile koruyacak..



Ölümün "bitmek" olmadığına inandığım için.. 


Ve sonun da kendi resmini gördüğünde aaa diyecek birine ;)) 

Hepinize teşekkürler.. Hem de çok içten ;) 

7 Ağustos 2012 Salı

Kaçsak kaçsak nereye kaçsak? - Ölüdeniz

Bol fotoğraflı azıcık yorumlu ilk gez-gör postumuza hoş geldiniiz.. Pazartesi sendromuna inat haftasonu tatilimi hatırlamak için bir yandan resimlere bakıyorum bir yandan maillere cevap verip, Japonlarla savaşıyorum... Tabii ki arka fonda Mahsının acıklı sesiyle yıkılmadım ayaktayım şarkısına eşlik ediyorum. 

Cuma günü bahsetmiştim. Bu hafta birazcık uzaklaşıcaz diye.. İzmir'den giderken 6, dönerken 3,5 saatlik bir yolculukla (nasıl oldu demeyin, oluo ;)) Fethiye, Ölüdeniz'e gittik. Hem de günü birliğine.. Biliyorum çok zekiyiz, ama yoğunuz da napalım. Tatil için zaman yok, ama Allah'tan kaçış için hafta sonları var ;)  

Öncelikle yolculuklardaki aksesuarlar önemlidir. Size bir şeyler hatırlatmalılar. Sayalım sol baştan; "Sonsuzluk", "Yaşam Ağacı", bu araların olmazsa olmazı "barış" simgeleri kollarda, ben huzurda. Uzakta.. Oohhhhh valla yokmuş keyfime.. ;)


Ölüdenizin her köşesini çeksem, ordaki cennet hissini veremem herhalde. Şu filmlerde gördüğünüz sahil kasabalarında beğendiğiniz herşeyi birleştirin vee karşınızda Ölüdeniz işte.. :)

Geldiniz sahile.. Bakın karşınıza. İşte manzaranız.. Çok kıpraşmayın taşlar ayakları baya acıtabiliyor. 


Kafanızı birazcık kaldırın (kıskançlık gibi kalıcı bir hastalığınız yoksa yapın, varsa uzun süre "yaa yaaa.." diyen bir ifade oluşabiliyor yüzünüzde). Evet insanlar uçuyorlar, takla atıyorlar, hava da dönüyorrlaarrr..  Gittik konuştuk. Günümüz koşullarına göre (tabi ki kendi bütçemden bahsediyorum) 35dk için fiyatlar biraz zorlar cinsten ama olsun. Bir sonraki gidişimizde kesinlikle atlıyoruz. Yamaç paraşütünü bir sonraki gelişimize erteledik ama bu sefer de izlemeye doyamadık.. Uzandığınız yerde onlarca paraşüt görüyorsunuz.. Hepsi de büyük bir profesyonellikle takla atıyor dönüyor.. Yok yok yapılacak nasıl olsa, kıskançlık yok.. 



Yeşille mavi gerçekten bir arada burda.. Teknemize binip Kelebekler Vadisine giderken bu manzaraya hayran kalmamak elde değil.. (Tipik gezi rehberi cümlelerini de ustalıkla kullanabilitemden sonra diyebilirim ki ben gezmeye, gezdiğimi, gördüğümü anlatmaya gelmişim bu dünyaya  :))



Teknemizde keyfimiz de yerinde.. Normalde tekne turlarında çalan ciguli, yıldız tilbe bol remixli saçma sapan pop şarkılarının yerine, Metallica, No Doubt, REM ve bir dünya eski şarkıyla keyifli keyifli ilerliyoruz.. Tamam bir kez Ankaralı Turgut (sanırım oydu) çaldı ama o anki durumumuzda şarkının sözleri bile anlamlı geldi. "Farkında değilsin zaman geçiyor, Biraz eğlen fırsat elden kaçıyor, kim ne yapsa aynı yere göçüyor usta.." Sonra tabii ki dee "bas bas paraları leylaaayaa bi daha mı gelicez dünyayaa..."  Adam yazmış diyor saygıyla anıyoruz ;) 



Aslında 6 duraklı Ölüdeniz çıkışlı turlar. Ama ben en çok ikisini beğendim.. Ayrıca postumuzu kilometrelerce uzunlukta yapmadan ikisinden bahsedelim kimseyi germeyelim dimi? ;)

Burası Mavi Mağara. Denizdeki mağaranın içi mükemmel.. Sessiz sakin.. Tabi o kadar insanla değil dalgıçlarla gitmiş olsak eminim daha farklı olurdu.. Bir sonraki seyahate bir not daha. Atladın bari bi de Dal di mi? ;)


Ordan çıkıyoruz yolumuzun üstünde sürekli gördüğümüz ufak teknelerden biri.. Amcam balık tutuyor, keyif yapıyor, belki de uzaklaşıyor.. Ne yapıyorsa iyi ki yapıyor diyor, içimizde iyice büyüyen kısançlıkla ordan da uzaklaşıyoruz..


İki koya uğrayıp, bol bol yüzüp, heyecanla beklediğimiz Kelebekler Vadisine geliyoruz.. Daha kafamızı kaldırır kaldırmaz karşılaştığımız manzaradan sonra haklı olarak "beni bırakın burda" diyorum etraftakilere.. Tabi yapma etme diyen yok.. Haklılar.. 



Evet her yerde olduğu gibi burası da ticarethane olmuş. Ama diğerlerine göre burası pek sevimli bir ticarethane. Tabelaların hepsi el yapımı.. Her yerde uyarılar var. Hiç biri öyle sert değil, hepsi sev burayı, sesini yükseltme ve kirletme diyor.. Bu tabelalardan herkese lazım, herkese..


Vadimize girdik. Sağ köşede hatıra bir şeyler alabileceğiniz yerler var. Üzüm ağacı hepsinin tavanı olmuş.. O bile doğal..


Dağ tepe tırmanmadan söyle bir manzaraya bakıyoruz.. Sonra herkesten önde hızlı hızlı kaybolma arzusuyla ilerliyoruz..


İlerledikçe çıkan bir diğer uyarı.. Kelebekler seste ölürlermiş meğer.. Her şeyi bilen, hep de sesli konuşan bir arkadaşım söyledi ;)


İşte bırakın beni diye uzaklaştığım manzara... Parmak arası terliklerimle resmen koştum şu yollarda. Ama ne desem az.. Kaybolma hissi, hem de böyle bir yerde.. 


Yollar böyle olunca genelde yerdeki taşlara bakıp basmak için sağlam yerler aranıyor.. Ama asıl manzara yukarıda. Bir soluklanın ve kafanızı kaldırın.. Kocaman dağlar sizi kolluyor..


1,5 km sonra minik şelalemize geliyoruz.. Amaç buraya gelmekten çok yolda kaybolmaktı sanırım. Buz gibi suda kendimize geldikten sonra geri dönüş için yine kaybolma ümidi ile yola çıkıyoruz.. 


Girişe yakınlaşırken vadinin heyecanıyla pek de ilgimi çekmeyen kamp alanına bakınmaya başlıyorum. Bir de ne göreyim.. Kamp alanının orta yerinde taşlardan barış sembolü yapılmış, içi de çiçeklerle doldurulmuş! Yukarıdan görünümünü göstermek için aradım internette ama bulamadım.. Mükemmel bir düşünce, mükemmel bir tema ve ortamla mükemmel bir uyum.. "Allah'ım kalayım burda hippi olayımm" diyorum, etraftan yine tık yok.. Garip.. ;)


Eminim vadideki bungalovları duymuşsunuzdur. İşte size bungalov caddesi..


Kalmak için ille de bungalov olsun derseniz, kesin Eylül, hatta Ekim gibi gidin derim.. Bu mevsimde bunlarda kalıp isilik olmayacak bünye insan değil, kesin süper kahramandır. Bungalovlar dışında çadırlar da var.. Kamp, kamp diye tutturan arkadaşlarınız varsa (!!) onların gönlü olsun diye orda çadır kurabilirsiniz.. ;)


Girerken dikkat etmediğim bir başka şey.. Hippi babanın traktörü. Orta yere koyup boyamışlar. Traktör olmasına rağmen içim gitti görüntüye bir de karavan olsaydı kesin sarılır ağlardım.. Belki kendimi zincirlerdim...


Bir saat olan süremizi tamamlayıp, biraz daha kalsaydık iyiydi bakışlarıyla şöyle bir sahile göz atıyoruz, ıklaya mıklaya teknemize biniyoruz.. 


Bir sonraki koyda tekrar denize girip, yüzüp, denizde uzanıp, denizi dinliyoruz.. Neler anlatıyor neler.. Yüzümüzde saf bir gülümseme ile vedalaşıyoruz.. 



Resimler aslında burayı anlatmak için inanın çok az.. Ölüdeniz her yanıyla bir cennet.. İlk fırsatta gidin demiyorum, fırsat yaratın ve acilen gidin diyorum.. İş güç hep orda inanın.. 
Hadi biraz da siz kaçın.. 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...